Enjoy cooking
Browse through over
650,000 tasty recipes.
Home » » YEMEK VE SİNEMA

YEMEK VE SİNEMA

Written By Admin on 16 Mart 2016 Çarşamba | 11:59

SİNEMA FİLMLERİNDE NEDEN BU KADAR ÇOK YEMEK SAHNESİ VARDIR HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ? FİLMİ SEYRETMEYE GELEN İNSANLARIN HALİNİ HİÇ DÜŞÜNMEZ Mİ BU FİLM YAPIMCILARI? 


photo: joblo.com/newsimages1/amc-theater.jpg


Sinema filmlerinde neden bu kadar çok yemek sahnesi vardır hiç düşündünüz mü? Filmi seyretmeye gelen insanların halini hiç düşünmez mi bu film yapımcıları? Bir de şu var; bir sinema filmi illa ki sinema salonuna giden insanlar tarafından mı izlenecektir? Bunun DVD’si, VCD’si, TV’si hatta hatta son zamanlarda gittikçe yaygınla- şan Yüksek Tanımlı Videoları yok mudur? Hem de bu yeni icat Yüksek Tanımlı Videolar (HD) fazlaca net değil midir? En güzel yemekleri böylesine net, böylesine yüksek çözünürlükle (1920x1080) izleyen aç bilaç seyircinin hali nicedir?

Film yapımcılarını aç seyirciler olarak insafa davet etmekteyim! Hatta ileride örgütlenerek “Aç Seyirciler Sendikası” adıyla direnişe bile geçebileceğimizin sinyallerini vermek istiyorum.

Senaryo yazarları neden içinde bir lokanta, bir yemek sahnesi olmayan bir tek film yazmazlar Allah aş- kına? İnanır mısınız bilmem ama Kramer Kramer’e Karşı’da Dustin Hoffman’ın terkedilmiş beceriksiz evli erkek rolünde oğluna hazırlarken ortalığı batırdığı berbat kahvaltıyı bile iştahı kabararak izleyen birileri var, buna eminim. Nasıl bu kadar eminsin diye sormayın! Dilimlenmiş ekmekleri teker teker poşetinden çıkartır, çırpılmış yumurtaya bular, sonra kızgın tavaya! İnanın aç bir seyirci böyle bir sahnede ne düşüneceğini bilemez. Duygularına hakim olmakta güçlük çeker. Yani bu demektir filmi izlemekten vazgeçer midesinin derdine yanmaya başlar! Bu bir film yapımcısının isteyeceği bir sey midir sizce? Hiç sanmıyorum! O halde ey film yapımcıları! Çektiğiniz filmleri izleyenler içinde sabah kahvaltısını atlamış, öğle yemeğini ihmal etmiş biçareler olabileceğini lütfen göz ardı etmeyiniz!

 William Friedkin’in unutulmaz filmi The French Connection’da kahramanımız olan iki polis; Popeye ve Doyle, soğuk havada buz gibi kahvelerini yudumlamak ve kağıt gibi pizzalarını yemek zorunda kalırken gizemli Fransız ve kibar gangster gösteriş yaparcasına lüks restoranın vitrinine en yakın masada çeşit çeşit yemekle keyif çatmamış mıdır? Bu ne kadar dramatik bir sahne ise, tam iftar vaktine denk gelmiş bir seansta sinema salonundaki aktör ve aktrislerin ağızlarını şapırdatarak yemek yiyişlerini seyreden aç müminin hali de bir o kadar dramatiktir. Değil mi efendim? Film yapımcıları neden düşünmezler, “ya filmimizin bu sahnesi oruçlu izleyicilere denk gelirse?” Oruçlunun hali yine iyidir. İftardan sonra bütün o sahneler boyunca tıkınan, fazla besili tonla insandan intikam alma şansı vardır… Peki ya alım gücü olmayan ve bir beyaz eşya bayisinin vitrinindeki yirmi civarında TV’de yayınlanan yemek sahnelerini izleyen gariban ne yapsın? Bu böyle gitmez efendim. Şimdi temiz vicdanlarınıza sorunuz: “Film izlerken canımız filmdekilerin yediklerinden hiç çekmez” diyebilir misiniz? Bram Stoker’ın Drakula’sında Anthony Hopkins’in canlandırdığı Van Helsing karakterinin bıçağıyla kestiği az pişmiş kanlı biftek pek çoklarının iştahını açabileceği gibi pek çoklarının da midesini kaldırabilir. Öte yandan Godfather’daki gibi Don Corleone hastanedeyken Sonny ve diğerlerinin yediği ve Clemenza’nın bir tencere içinde yaptığı İtalyan usulü yemek ne iş-tah açıcıdır!


Neden sinemada karakterlerin habire bir şeyler yedikleri sorusunun aslında çok basit bir cevabı vardır. Bu daha çok senaryo yazım tekniği ile ilgili bir şeydir. Kısaca şöyle sıralayabiliriz bu gerekçeleri:

Sofralar, yemek yenen yerler aynı zamanda insanların bir araya geldiği ve konuştukları yerlerdir. İşi bilen ecnebi film yapımcıları, alakasız bir mekanda iki elleri iki yanlarına sarkmış ve veciz veciz konuşan karakterler yazmaktansa bu karakterleri bir restorana ya da bir aile yemeğine taşımayı uygun bulurlar.

* Acting (oyunculuk) İngilizce “to act” fiilinden gelir. Bir şeyler yapmak, hareket etmek anlamına gelir. Yunanca kökenli “drama” lafı da Yunanca aynı kökten türemiş- tir. Bu demektir ki karakterler için hareket etmek, bir şeyler yapmak çok önemlidir. En ciddi fikirler, en derin duygular bile davranışlarla gösterilmeye ihtiyaç duyarlar. Karakterleri hareket halinde göstermenin en kolay yollarından biri onlara yemek yedirmektir.

 * Yapımcılar zaten az para verdikleri oyunculara bol bol yemek sahnesi yazıp “karnımız aç” dediklerinde onlara “hadi ordan, daha az önce yedin, gözlerimle gördüm” diyebilmek için bu yola başvururlar. (bunu ciddiye almayabilirsiniz) Sergio Leone üstadımızın Bir Zamanlar Amerika’sındaki bir sahne, sinemaya gitmiş aç bir izleyicinin halini nasıl da güzel anlatır: Mahallenin kötü kızına verilecek bir rüşvet için zar zor biriktirilen paralarla alınmış bir kirazlı pastayla yalnız kalan bir çocuk… Pasta vitrinde durduğu gibi durmaz ki… Önce kağıda bulaşmış kısımlar yalanır. Sonra parmaklar. Ve sonra yavaş yavaş geri kalanlar iştahla götürülür. En zevklisi de bembeyaz pastanın üstünde durmakta olan kıpkırmızı kirazdır! (belki de sahnedeki kırmızılık bir vişneye aitti bilemiyorum). Çoğu zaman düşünmüşümdür. Temel İçgüdü adında bir film çeksem… Ama hani şu çok meşhur olan sahtesi gibi değil, asıl en temel içgüdümüzü konu alsam… Dramanın kökeninde çatışma yok mu? Alın size çatışma o halde, sözkonusu En Temel İçgüdü filmimiz için: Hayatın sillesini yiyen ve işsiz kalan beslenme uzmanı ve diyetisyen genç, işsiz kalmamak için İskendercide bir iş bulur… Devamı- nı da siz yazın, Yemek.Nâme’nin sayfaları yeterince ilham verici olacaktır!
SHARE

About Admin

0 yorum :

Yorum Gönder